Hep yakınırız yeni neslin az sözcükle konuştuğundan ve meramlarını, sıkıntılarını, sevinçlerini kısaca hissiyatını doğru ve düzgün bir şekilde ifade edemediklerinden. Yakınırız ama yeni nesile de tavsiyelerde bulunmayız. Peki, ne yapmalı ki bu gençler dillerini, öz ve öz kendi dillerini, düzgün bir şekilde kullanabilsinler!
“Ecdad tarih yazmış, torunu okumaktan aciz.” derler ki doğrudur. Bu nedenle yeni nesil öncelikle Osmanlı Türkçesini öğrenmelidir. Zira bin yıllık tarihimiz ve edebiyatımızın hemen hemen tamamı Osmanlıca olarak kaleme alınmıştır. El emeği, göz nuruyla yazılmış nice hatt-ı hümayın, tarihin sisli perdelerini aralayan nice hatırat, geçmiş ile geleceğimiz arasında köprü vazifesi görecek pek çok nadide el yazma eser vatan evlatlarının kendilerini okuyacağı günleri beklemektedir.
Seferden sefere ila-yı kelimetullah uğruna koşan Cetlerimiz bu nice emeğin mahsulü olan evrakı, süs olsun ya da müzelerde sergilenip bir turist gibi torunları incelesin diye bizlere yadigâr bırakmamıştır, zannındayım.
Bazı milletler evlatlarına tarih okutacak evrak bulamayıp efsanelerden, mitlerden istifade ederken cepheden cepheye Yıldırım süratiyle yetişen Yıldırım Bayezit’i, bir çağı kapatıp yeni bir çağ açan Fatih’in İstanbul’u fethini, Kanuni Sultan Süleyman’ın seferlerle geçen ve sadece bir mektubuyla Fransa Kralı’nı kurtaran saltanatını, İstiklal Marşı’nın yazıldığı asıl nüshayı okuyabilen acaba kaç vatan evladı vardır?
Öncelikle kim olduğumuzu bilmeliyiz. Bir yazarımızın dediği gibi: “Bizler şanlı bir ecdadın torunlarıyız. Kosova’da şehamet destanlarını yazan Murad Hüdavendigar bizim ecdadımızdır. Niğbolu’da mağrur ve zalim Frenk Krallarına, ‘Ehl-i imana bu zulmü yapmasınlar, yoksa Sen Piyer’in mihrabında atıma ot yedirmesini bilirim.’ Diye ferman gönderenler bizim ecdadımızdır. ‘Ne güzel Komutan’ diye Peygamberimiz tarafından övülen Fatih; İstanbul seferinde büyük Fatih’in şanlı ordusunda göklere ser çeken, surların ve burçların üstünde bayrağımızı dalgalandıran ulubatlu Hasan ve serhatlerde kol gezen Malkoçoğlu bizim ecdadımızdır. Avrupa’nın en büyük imparatorlarını dize getiren ve en azgın imparatorlarına etek öptüren Kanunilerin kumandasında Viyana, Almanya ve Hindistan seferlerine çıkan yiğitler bizim ecdadımızdır. Preveze’de Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren büyük kumandan Barbaros Hayreddin Paşa’nın levendleri bizim ecdadımızdır. Prut’ta Türk ordusunun kudret ve azameti karşısında, ölüm korkusu içinde sara nöbeti geçiren Rus Çarı Deli Petro’nun köpekler gibi alçalışını seyreden yine bizim ecdadımızdır. Düşmanın modern silahlarına ‘Allah, Allah’ sesleriyle karşılık vererek yedi düvele meydan okuyan ve Ege’yi onlara kabristan yapan yine bizim ecdadımızdır.”Böyle bir ecdada layık olmaya çalışmak elbette en birinci vazifemiz olmalıdır.
Dünyaca meşhur Fuzuli’yi, Sultanü’ş-Şuara Baki’yi, hicviye yazımında Üstad kabul edilen Nef’i’yi edebiyata şan ve şeref vermiş daha pek çok şairlerimizi okuyamamak hazin olsa gerek.
Dost bi-perva felek bi-rahm ü devran bi-sükun
Derd çoh hemderd yoh düşmen kavi’ tali’ zebun (Fuzuli)
Gamzen ne dem ki tiğ çekip hun-feşan olur
Uşşak-ı dil-figara ecel Mihriban olur (Nef’i)
Beyitleri aradan geçen yüzlerce yıldan dolayı anlaşılamıyor denilebilir ancak Mecelle gibi bir şaheserin sahibi olan Ahmed Cevdet Paşa’nın daha da önemlisi İstiklal Marşımızın şairi olan Mehmed Akif’in aradan o kadar fazla zaman da geçmemesine rağmen lügat kullanmadan anlaşılamamasını ne ile izah edebiliriz?
Yazık değil mi bu mitlerden ve efsanelerden daha şanlı ve şehametli olan tertemiz tarihimize!
Yazık değil mi arşivde vatan evladlarının incelemesini ve insaf nazarlarını bekleyen milyonlarca belgeye!
Yazık değil mi el emeği, göz nuruyla yazılıp arşivin tozlu raflarında ehl-i himmetin ilgisine muhtaç binlerce el yazma eserlere!
Bizim atalarımızın yazdığı bunun gibi daha pek çok eserlerin okunmasını yabancı tarihçilerden ya da müsteşriklerden beklemek milliyetçilikle, hamiyetle nasıl izah edilebilir? Bu tarih bizim tarihimiz, bu edebiyat bizim edebiyatımız; bunları bize yadigar bırakan nesil de bizim ecdadımız olduğuna göre artık vefa göstermemizin vakti gelmedi mi? Bizce bu vakit çoktan gelmiş de geçiyor bile.
Bin yıllık tarih ve edebiyatımızın şanlı ve tertemiz sayfalarında gezerken şairimizin şu mısrasını asla hatırınızdan çıkarmayın:
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı.